|
|||
![]() |
“Ya Bu Defa da Seçilemezsem!” | ||
Yusuf ALİOĞLU | |||
Sunucu, ardı ardına konuşmacıları takdim ediyordu.
Bol şıklı salonda tüm sandalyeler tıklım tıklımdı. Yer bulamayan kalabalıklar arka taraflarda ve üst katlarda programı ayakta izliyorlardı.
Reklam firması hakikaten iyi çalışmıştı. Afişler, bayraklar, dev resimler, ses düzeni, heyecanı doruğa çıkaran müzik, dışarıda kalanlar için kurulan dev ekran… her şey adeta büyülüyordu.
Her anonsla birlikte yeni bir alkış tufanı kopuyor, konuşmacıyı çembere alan ışık kümesi koltuktan kürsüye, adeta Nirvana’ya yürüyen adaya eşlik ediyordu.
Arka sıralardaki bol karbondioksitli uğultu ön sıralara geldikçe yerini sessiz bir telaşa, çok yönlü bir gerginliğe, fırtınaların koptuğu yalancı bir sessizliğe bırakıyordu.
Heyecanlıydı. Avuçlarının içi terliyor, kalbi güm güm atıyordu. Konuşacaklarını tekrar edip duruyordu zihninde. Bu arada tebrik eden üyelere de tebessüm ediyor, gülücüklere dönüşen mimikleriyle ilgili ve içten gözükmeye çalışıyordu.
Zaman ilerledikçe ikinci, üçüncü baskı bakışlarla etrafı kolaçan edip radar gibi taramaya devam etti.
Bu sefer daha kalabalık bir önseçim süreci yaşanıyordu. Aslına bakılırsa önceki seçimden bu yana kasabanın nüfusu öyle ciddi bir artış yaşamamıştı. Dahası, yeni neslin aile kurumuna bakışı, kendini öncelemesi ve dışarıya göç gibi nedenlerle nüfus azalıyordu. O halde neydi bu mahşeri kalabalık. Düne kadar ‘ilgilenmeyrum’ diyenler, ‘bu iş bize göre değil uşağum’ diyenler hep buradaydı.
Sabah akşam takasıyla balık kovalayan şu pos bıyıklı da mı adaydı? Artık çay hasadında bile köyüne uğramayan şu kısa boylu tıknaz adam; yirmi küsur yıl önce büyük şehre göç eden ünlü iş adamının ünlü olmaya çalışan çocukları; kısa zamanda sermaye ilişkilerine boyut katan sihir-boy, çaycı olarak girdiği kurumda üst düzey yönetici olan İdris, sahildeki çaycı, balıkçı pazarındaki katip ve bulaşıkçı olarak çalıştığı köfteciyi mülkiyeti ile satın alan Mesut da buradaydı.
Bir an kameralarını kendine yöneltti ve herkesten farklı olmayan ilişkilerine yoğunlaştı. Irgat olmak elbette ayıp değildi. Emeği ile çalışıp, alın teri ile kazanmıştı. Harçlığını sırtındaki torbalarla biriktiriyor, sabahın ilk ışıklarından gün batımına tarlada, bağda, bahçede çalışıyordu. Hatta fırsat buldukça köylüyle birlikte tırpan çekmeye güney köylerine iniyorlardı.
Günün birinde boynunda pembe renkli bir kıravat ile aday yoklamalarına katılacağını hiç düşünmemişti. Ama aday olanları kıyasıya eleştirmiş; emekçiden, köylüden yana tutumları ile şiş göbeklilerin, parlak enselilerin kötü kimseler olduklarını hep anlatmıştı.
Eğitiminden, mal varlığından, ailesinden, hızlı yükselişinden, verdikleri sözleri unuttuklarından dolayı o da çok ismi eleştirmişti. Hem de kıyasıya… Ama şimdi onlardan biri olmak için boncuk boncuk terliyor, referans olacak büyükleriyle göz göze gelmek için can atıyor, ‘bir oy da bir oydur’ diyerek kaba saba dediği her eli saygıyla tutuyordu. Ne de olsa seçmen velinimet idi.
Neyse, şimdilik bu bahsi kapatmalıydı. Artık hepsiyle birlikte aynı gemideydi. Maazallah gemiye bir şey olursa hep birlikte batarlardı. O zaman ne ikbal kalırdı ne de onlarca yıllık hayal. Birden toparlandı, yutkundu ve ‘bizim çocuklar’ dedi…
Konuşmasını tamamlayan adaya takıldı gözleri bir ara. Kendisi kadar boylu poslu değildi. O elbiseler onda daha şık dururdu. Ama bir şekilde fakülte bitirmişti işte. Tek sermayesi de buydu. Fırsat verseler elbette kendisi de okurdu. Derinden bir iç çekti… İkinci sınıf parfümlerin yaktığı genzinden geçen salon oksijeni göğüs kafesini doldurdu ve ‘biz okumadan da onlardan fazlasını biliriz’ dedi.
Aslında önceki konuşmacı da iyi konuşamamıştı. Aynı şeyleri tekrar edip durmuştu. Zaten mikrofona da pek yakışmamıştı. Delegeler elbette bunu görecek ve olumsuz değerlendireceklerdi.
Ya sahneden inerken ayağı kablolara dolanarak düşmekten son anda kurtulan adam. Almanya’dan döndükten sonra sadece aldığı kiralarla geçiniyordu. Ekonomi bilmez, borsadan anlamazdı. Çay ve fındık taban fiyatları pek de umurunda değildi. Ama iş lafa gelince nerdeyse kendisi bile inanacaktı söylediklerine. Hele Alman toplumundan verdiği örnekler dikkatlice dinlenmişti. Disiplin diye başlamış, disiplin diye bitirmişti. ‘Bu toplum kültüründe, çalışanlar iş yerindeyken işleri ile ilgili olmayan hiçbir şey yapmazlar; çalışma ve gayret esastır’ diyordu. Söyledikleri anlaşılmış mıydı emin değildi, ama alkış iyiydi.
‘Olsun’ dedi birden. Hepsinden fazla harcama yaptım. Kooperatifin duvarlarını ben sıvatıp boyatmadım mı? Pazarın bitimindeki okul bahçesine oyun grubu kurmadım mı? Caminin bozulan hoparlörünü tamir ettiren de ben değil miydim?
‘Geçen seçimde çok az bir farkla kaybetmiştim. Ama bu kez olacak. Başka yolu yok’ dedi. Dediği anda da geçen seçimde kendisini geçerek seçilen rakibine takıldı gözü.
Etrafında iyice bir kalabalık vardı. Ankara’dan gelen temsilci de aralarındaydı. O da ne? Önceki başkan ve kardeşleri de o gruptaydı. Kasabada bu ailenin etki alanını bilmeyen yoktu. Kime göz kırpmışlarsa sonuç almışlardı.
Birden içi boşaldı. Rahatsızlık kapladı her yanını. Mikrofon cızırtısı, kafa tasını delen bir matkap gibiydi. Daha hızlı soluk alıp vermeye, etrafa kontrolsüz bakışlar fırlatmaya başladı. Az önceki kendinden emin düşünceler yerini endişe yüklü, istikametsiz sorulara bıraktı.
Şunca çabaya rağmen kazanamazsam hayata yeniden nasıl tutunurum? Şu oy verenlerin çoğu aklı başında insanlar değildi zaten. Bana oy vermek isteseler de birileri engel olacaktır. Torunlar da aday olmamı istememişti zaten. Şu propaganda sürecinde işleri iyice askıya almıştım. Sonuç açıklanmadan mı çekilsem…
Ama hayır! Öyle bırakıp gitmek de neyin nesi. Paralar harcadım. Kapı kapı dolaşıp destek istedim. Günlerce evime uğrayamadım, yatağımda yatamadım. Oramı buramı pudralayıp stüdyolara gittim. Onca hasta ziyareti yaptım; düğün, taziye, açılış programları kaçırmadım. Bir yığın insanın eften püften taleplerini dinledim. Ne saygısızlıklara tahammül ettim. Usul diye olmadık cümleler kurdum, olmadık nasihatler dinledim…
Öylesine istiyor, öylesine şartlanmıştı ki, aksini düşündürtecek tüm harfleri ve kelimeleri imha etmiş, tavsiyede bulunacak tüm ağızları susturmuştu.
Bir an uzay boşluğunda yörüngeden çıkmış bir enkaz gibi hissetti kendini. Ölgün bir yalnızlıktı hikayesi. Sermayesi eriyen adam misali buharlaşıyordu. Konuşlanacak yer aradı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen dar geliyordu.
Bitimsiz dudak hareketleri, banttan akan fabrikasyon mamül misali aynı sesleri çıkarıp durdu:
‘Ya bu defa da seçilemezsem?’ |
|||
Etiketler: “Ya, Bu, Defa, da, Seçilemezsem!”, |
|