|
|||
![]() |
“Ben de adayım” | ||
Yusuf ALİOĞLU | |||
“Bu metin, özgür irademle, bilerek, isteyerek, teammüden vücuda getirilmiş, hakikat uğruna her harfi özenle ve emekle seçilmiş, ruhumdan ruh üflenmiş bir metindir.” dedi.
Salon bir an buz kesti. Konuşmacının ne demek istediği pek de anlaşılmamıştı. Dinleyiciler pür dikkat kesilmiş, aday adayının başka neler diyeceğini merak etmişlerdi. Özgürlük, irade, emek, seçim, hakikat, sorumluluk, ruh gibi kelimeler bu ortamların pek de aşina olduğu kelimeler değildi çünkü.
İşin künhüne varmak için sessizlik daha bir derinleşti. Oturanlar kürsüye bakakalmış, yürüyenler oldukları yere çivilenmiş gibiydi. Zaman durmuş, içinden sadece merak isimli bir kırkayak yürüyordu sanki. Kameralar ona yöneldi, mikrofonlar ona uzatıldı, bakışlar ona kitlendi.
İç seslerini duyan bir kayıt cihazı olsa masaların ardına gizlenmiş aday adaylarını, üyeleri, yöneticileri tek tek dinleyip içlerinden geçirdiklerini kaydedebilirdi.
Mesela orta sıranın en arkasında oturan salaş giyimli eski başkan, ‘Bu da nereden çıktı şimdi. Toplantının ahengini bozacak, olur olmaz konularla gündemimizi değiştirip vakit kaybettirecek.’ diyordu.
Divan başkanı ise, ‘Arkadaşları uyarmıştım. İşte böyle patlar elinde. Bu adamın ne işi var burada. Her parayı basan aday olursa böyle olur işte.’ diye mırıldanıyordu.
Aday adaylarından bir diğeri ise farklı düşünüyordu. ‘Oh! ne güzel. Daha başlamadan elendi demektir. Bir rakip daha geride kaldı demektir. Oh, ohh!’
Gözlemci sıfatı ile ön sıralarda oturan siyah renk gözlüklü vekil ise hızlıca notlar alıyordu. Mal bulmuş mağribi gibi sevinçliydi. Zira merkeze yazacağı raporda klasik ve rutin ifadelerin dışına çıkacak, bulduğu zararlı madeni tahlil için laboratuvara göndertecek ve kesinlikle bu hizmeti karşılıksız kalmayacaktı. Belki de yakınlaştırılanlardan olacaktı.
“Bu toprakların insanları! Ataları bu toprakların altında yatan, kordon bağlarını bu topraklara gömmüş ve evlatları bu topraklara kök salmış insanlar! Hem bu toprakları imar etmiş isimsiz ruhlara yakın olabilmek hem de alın teri ile bu topraklara can katmaya çalışan tüm emekçiler için adayım” dedi.
‘İşte’ dedi yelpazeyle serinlemeye çalışan koltuk değnekli, kilolu adam. ‘Emek, işçi, alın teri, toprak’ bunlar öncekilerin masalları. Ne diyeceğini pekala anladım. Ne işin var senin buralarda, git Moskova’ya, Çin’e, Küba’ya. Hem biz kimleri göndermedik ki oralara. Git haydi; şiirlerini, yazılarını oralardan yazar, nutuklarını oralardan atarsın.’
“Bu topraklarda yaşanmış her türlü etnik, dini, kültürel, ideolojik zulmün gün yüzüne çıkarılması, mazlumların hakkının zalimlerden alınması, mağdurlardan özür dilenmesi ve tazminat ödenmesi; ikisi de yaratılmış ve eşit birer kul olan insanların ne zalim ne de mazlum olmaması için gerekli hukuki tedbirlerin alınması, idarenin aklının ve organlarının yeniden yapılandırılması, toplumsal uyumun ikamesi ve idamesi için adayım.”
Bu sözlerin duş etkisi yaptığı patlak gözlü aday avurtlarını şişirdi, gerindi, ölçtü biçti, sağa sola baktı, tepkisine şerik aradı, güven içinde olduğu bu topluluğa beden diliyle rahatsızlığını duyurmak istedi. ‘Geçmişteki hatalardan beraat, mazlumlara el uzatmak ve özür dilemek, toplumsal sözleşme misali herkesin salt insan olarak yönetim süreçlerine katılabilmesi, ideolojik angajmanlardan kurtularak hep birlikte hakikati inşa için çalışmak da neyin nesiydi. Bu cümleler resmen anarşi kokuyordu. Ayrılıkçı, yıkıcı mihrakların laflarıydı bunlar. Büyümemizi, gelişmemizi istemeyen dış güçlerin adamı olmalıydı bu aday.’
“Kıymetli dinleyiciler, herkesin nerede durduğunu bildiği adam gibi bir farklılaşmaya ihtiyacımız var. Hamasete ve kutuplaşmaya değil kültürleşmeye ihtiyacımız var. Birbirimizi dinlemeye ve güzel olan yanlarımızı paylaşmaya, çoğaltmaya, birlikte sürdürmeye ihtiyacımız var. Unuttuğumuz güzellikleri, hayat veren doğruları yeniden diriltmek üzere adayım.”
‘Küstah’ dedi ve yutkundu yaşlı kurt denilen aday. Gözlük camını silerken bir yandan da söyleniyordu: ‘Kalkmış müesses nizama ayar vermeye çalışıyor. Şu kadar yıllık devlet geleneğimiz var. Bunca büyük lider geldi geçti. Hiçbiri bunları akletmedi de sen mi akledeceksin. Senin şu birkaç cümlen mi kurtaracak devleti ve milleti. Daha önce hiç böyle şeyler duymadık. Doğrusu fark edilmek için garip şeyler söylüyorsun.’
“Her türlü ayrımcılıktan ve nefret söyleminden uzak durmak için, sosyal linçlere ve şovenist tutumlara karşı durmak için adayım. Hukukun üstünlüğü ve özgürlüklerin bütünlüğü için adayım. Şiddete açılmayan her söylem özgürce örgütlenebilmeli ve anayasal bir hak olarak ifade özgürlüğünü kullanabilmelidir. Kendisi gibi düşünmediğim adamların fikirlerini rahatça konuşabilmeleri ve bundan dolayı sorumlu tutulmamaları için adayım.”
‘İşte bunları söylemeyecektin’ dedi kamburu çıkmış, kır saçlı divan kurulu üyesi. Ağzındaki karanfili kavga edercesine çiğnedi, hışımla bir sağa bir sola kırdı çenesinin dümenini. “Üç kelime öğrenen başlıyor özgürlük nutukları atmaya. Devlet yönetmek o kadar kolay mı kardeşim. İç dengeler, uluslararası dengeler, sermaye çevreleri, merkez çevre ilişkileri, bürokrasi, baskı grupları, medya, daha kimler yok ki bu denklemde. Boş konuşuyor, boş.’ dedi.
“Korkutan, sindiren, hükmeden, büyük anlatılar üzerinden endoktrine eden, zorla sevdiren, yeryüzünde benden büyüğü yoktur diyen ve kendisini tanrının düzenleyen parmağı gibi gören soğuk canavarların en soğuğu devlete karşı insanın eşref-i mahlukat ve biricik olduğunu haykıracak bir söylem için adayım. Devlete göre tarih değil, tarihe göre devlet diyebilmek için adayım. Dini, eğitimi, sermayeyi, kültürü, sembolleri, hukuku, gelenek ve görenekleri, tarihi, coğrafyayı ve tarihteki büyük isimleri ideolojik aygıt olarak kullanan ve kitleleri şahsiyet yoksunu kılan doğulu ve batılı her uygulamaya ‘hayır’ demek için adayım.”
Kurul görevlileri hızlıca notlar biriktiriyordu. Kırmızı mürekkebin aktığı not defterlerinde olmadık harfler görülmedik şekiller alıyor, sayfalar bir bir tükeniyordu. ‘Ne doğu ne batı’ da ne demekti? Sağ ve soldan başka ne vardı ki. Üçüncü halin mümkünlüğüne kapı aralayan bu laflar sakıncalıydı elbette. Yoksa bağlantısız ülkelerin aramıza koyduğu bir kulak mıydı?
Tüm televizyon ve radyo programları yarıda kesilmiş, yerli ve yabancı ajanslar bir anda canlı yayına geçmiş, dünyalılar içlerinden birinin kendilerinden farklı cümleler kurmasını ilgi, hayret, nefret ve şaşkınlıkla izliyordu. Post empresyonist bir resme bakar gibiydiler. Bildikleri harflerden farklı sesler çıkıyor, notaların matematiksel değerleri değişmişti sanki. En kesif muhalifler bile kendilerini dinlemekten alıkoyamıyor, daha neler diyecek diye merakla izliyorlardı.
Konuşmacı bu anı iyi koklamış ve kalplere nüfuz edecek cümleler için bir daha mikrofona uzanmıştı. “Meramım ve maksadım için son sözlerimi söyleyerek huzurlarınızdan ayrılmak istiyorum.” dedi ve zamanları, mekanları, isimleri aşarak ilkesel mecralara açılan ve kayaları parçalayan bir çağlayan gibi çağın yüzüne çarpan sözlerini şöyle tamamladı:
“Öldürmeyecek, zina etmeyecek, çalmayacak, yalan şahitlik yapmayacak, iftirada bulunmayacak, ekini ve nesli koruyacak, insanlığın ortak değerlerini yine tüm insanlık için yarınlara taşıyacak, komşu evin, şehrin ve ülkenin sınırlarını taciz etmeyecek, kamunun malını aziz bir emanet bilecek, istişare edecek, ehliyet sahiplerini gözetecek, ilimde derinleşenleri söz sahibi kılacak, adilce bölüşecek, biriktirme hırsıyla gözleri dönmeyecek, ötekine kurt olmayacak, kendini büyük balık ötekini küçük balık ve kendini efendi ötekini köle görmeyecek bir düzen için adayım.
Konformizmin her türlüsüne kafa tutmak, popülizmin her rengine bariyer olmak, kolonyalizmin her çeşidine hayır demek, statükoculuğun ve rantçılığın her biçimine savaş vermek, omurgasızlığın sağına soluna ayar vermek, kısacası rahatsız etmek için adayım.
Herkes için adaletin ve herkes için merhametin uygulandığı; en üstün değerin ‘düşünce ve eylem birlikteliği’ olduğu; etnik, dini ve kültürel renklerin çoğulculuk potasında korunduğu ve sokaklarında vicdanın ete kemiğe büründüğü, şehirlerinde adam gibi adamların yetiştiği bir düzen için adayım.
Evet! Ben de adayım.” |
|||
Etiketler: “Ben, de, adayım”, |
|