|
|||
![]() |
Bendeki Notlar 10 “Kültür ve Sanat Merkezleri: Sinema, Kırtasiye, Park” | ||
Yusuf ALİOĞLU | |||
Kitap ve dolayısıyla okuma eylemiyle tanışıklığım ömrümün erken yıllarına uzanır.
İlkokul dördüncü sınıftaki çizgi roman okumaları bu serencamın ilk ve en doğal basamağıydı. Teksas, Tommiks, Kızılmaske, Kaptan Swing, Sihirbazlar Kralı Mandrake, Zagor, Mister No, Tarkan ve Kara Murat gibi haftalık ve aylık çizgi romanları takip eder, kaçırdığım sayıları arkadaşlarımla değiş tokuş ederek tamamlamaya çalışırdım.
Bu iç sesin beslendiği bir de dış dünyamız vardı.
1970’li yıllarda, şehrin en yoğun caddesi olan Genç Caddesi üzerindeki iş yerimiz Toros Yemek ve Kebap Salonu konduğum ilk kara parçası, kandığım ilk pınar, kokladığım ilk gül goncası gibiydi.
Esnaf çocuğu olmanın avantajıyla burada, bilgi, okumak, tecrübe paylaşımı gibi kültür sohbetlerinin farklı hallerine tanıklık ediyor, değişik düşünce iklimlerinden bu suretle haberdar oluyordum.
İş yerine gelen farklı din, dil, meşrep ve klikten insanların, farklı meslek gruplarından ve eğitim düzeylerinden memurların, komşu esnafın ve şehir eşrafının paylaşımları bir zihnin inşa sürecinin ilk fasılları gibi heyecanlı, rengarenk bir tarlanın dolu dolu başakları gibi güven vericiydi.
Müdavimlerin düşünce ve kültür dünyalarından yemek masasına yansıyan anekdotlar, kaldırımdaki akasya ağaçları atında Ahmet Tata ya da İslah’ın kahvesinden gelen çaylar eşliğindeki sosyo-politik tahliller, akşamın ilerleyen saatlerinde sakin zamanlara yayılan ve özele inen uzun metrajlı muhabbetler birer mektep öğreticiliğindeydi.
Bunun yanında, babamın amatör bir ruh ama profesyonel dokunuşlarla devam ettirdiği folklor aşkının düğün, festival, belgesel, açılış programları, ulusal ve uluslararası yarışmalar, tv programları gibi platformlarda devam eden meşguliyetleri de bu inşa serencamına ince ayar kabilinden apayrı bir şekil veriyor, fark etmediğim bir iç işleyişle acemi okumaların etrafına nazenin çerçeveler yerleştiriyordu.
Ancak şehre canlı bir organizma olarak bakıldığında, özellikle toplumsal aklın inşası ve mekan ilişkisi bağlamında yoğun fonksiyonları ve dışarıdan yüklenen mitik özellikleri ile üç ana mekan çıkar karşımıza. Şehir sosyolojisi ve kimlik bağlamında birer kültür ve sanat merkezi olarak anabileceğimiz bu mekanlar ‘sinema, kırtasiye ve park’ idi.
Babama ait iş yerinin hemen bitişiğinde şehrin ilk ve tek sineması olan ‘şehir sineması’ vardı. Ulus devlet sanatı da denilen sinema, ülke çapında zihin yönlendiren bir ideolojik aygıt gibi kullanılsa da milli, ulusalcı, devrimci ve mistik ürünleri ile kültür kodlarımıza ayarlanmış bir elçi gibiydi. Filmin rengine göre kaldırıma kadar taşan bilet kuyruklarından tarafgirlik kareleri gözlemleyebilirdiniz. Sinemanın imkan sınırları yoklanarak üretilmiş mesajlar toplumsal belleğin gönüllü hücrelerinde hızla yerini alıyor; bir yandan kitleleri ‘salon filmleri’ ile meşgul ederken diğer yandan ideolojik kaygılarla şekillenmiş filmler fraksiyonların bilincine bilinç katıyordu.
Filmin afişinden afişteki renk yoğunluğuna, oyuncularından senaryosuna ve yönetmenine her karesi ayrı birer kültür demeti olarak doyumsuz sohbetlerin üretici, sürdürücü ve mevzi aldırıcı materyaline dönüşüyordu.
Yazlık ve kışlık salonları olan sinemanın akşam seanslarında localarda görülen aile karelerinin sıcaklığı ise sinemanın etki alanının naif bir göstergesi gibiydi.
Sinemanın karşı çaprazında ‘Gazeteci Hakkı’ namı ile maruf sonraki yıllarda milletvekilliği de yapmış olan Hakkı Artukarslan’a ait kırtasiye dükkanı vardı.
Burası, sinemadan sonra, şehrin dış dünya ile kurulan bir diğer düşünce, kültür ve sanat durağıydı. Her yaş grubundan ve her fikir dünyasından insan kendi hesabına ilgi duyduğu matbuata buradan ulaşırdı.
Benim hikayemde ise pazartesi sabahları gazetecinin önünde duran pikabın arkasından önce kaldırıma atılan sonra da dükkana taşınan kitap, dergi ve gazete balyaları ve bunların arasında yoğunlaştığım çizgi roman paketleri vardı. Çoğu kere takip ettiğim romanın yeni sayısını matbuat kimyasalı sinmiş raflara daha dizilmeden ilk elden alır, selülozun bağımlılık yapmış kokusu ile belediyenin henüz suladığı yolda buharlaşan suyun toza toprağa bulanmış keskin kokusu eşliğinde bir kaldırım taşına kıvrılır ve büyük bir heyecanla okumaya başlardım.
Okuduklarımın bir kasaba büyüklüğündeki bu şehre dair izdüşümlerinin sosyal gerçekliği tartışma götürürdü. Ama olsundu. Farklı coğrafyalardaki iyilerin zaferi beni mutlu ediyor, farklı isimler ve farklı hikayeler etrafında dönen bu heyecan çemberi genişleyen evren misali zihin rahmimi genişlettikçe genişletiyordu.
Düşünce, siyaset, şiir, edebiyat, din, tarih ve güncel meselelerin konuşulup tartışıldığı bir diğer merkez de şimdiki Ulu Camii civarındaki şehir parkı idi. Halk arasında Şalvar’ın parkı olarak da bilinen bu mekan, klasik eserlerin sergilendiği bir Açıkhava tiyatrosu gibi yoğun, bilgi üreten ve adam yetiştiren isimsiz bir akademi gibi hareketliydi.
Özellikle yaz aylarında üniversiteden gelen öğrencilerin gece yarılarını bulan bilim, tekamül, özgürlük, irade, estetik gibi konulardaki entelektüel sohbetleri hem bir etkileşimin hem de rol model ilişkilerinin yoğunca yaşandığı yıldızlardan kırpılmış pürüzsüz berrak zamanlar gibiydi.
Bu üç merkezde, hızla tüketilen akışkan hayatlar yerine, tavında dövülen demir misali hayata dair kareler analog fotoğrafçılığı hassasiyetiyle özenle dizayn ediliyor, bu doğal film platosunun her enstantanesi makinadaki sınırlı poz sayısı ile tarihin siyah beyaz belleğine hakiki notlar düşüyordu.
Sinema, kırtasiye ve park.
Evet, zihnimin arka planını yokladığımda bende ve galiba şehrin ve şehirlinin kendini keşif serencamında bu ortak adreslerin unutulmaz izleri, doyumsuz hatıraları var… |
|||
Etiketler: Bendeki, Notlar, 10, , “Kültür, ve, Sanat, Merkezleri:, Sinema,, Kırtasiye,, Park”, |
|