|
|||
![]() |
‘Konfor Ruhun Bataklığıdır’ | ||
Yusuf ALİOĞLU | |||
Uzamış bir ölüm anı gibi yaşıyoruz. Feryat üstüne feryat birikiyor gırtlaklarda. Yası tutulamayan hayatlarla dolu fotoğraf albümleri. Bir sınır kapısı gibi bedenimiz. Paçavraya çevrilmiş sağımız solumuz. Kirleniyor ırmaklarımız, bir ülkeden bir ülkeye akarken yarısı dikenli tellerde kalmış bedenlerimiz.
‘Unutmuş yuvada uçmayı kuşlar’ diyordu ya şair. Koşmaya yürüdüğüm zamanları unuttum. Arkaik bir zaman tünelinden bakışıyor iskeletler, kafa tasları. Dere kenarlarında uzayan kavaklar misali göçmen yollarında semirmiş siyah kargalar. Lime lime etler, kan kokulu yamaçlar, sivri uçurumlar, siyah mavi derinlikler. ‘Ya leyteni’ diyecek kaderlerden bir ömrün özetini alıyorum: ‘küstah ve umarsız’.
İçimize akan ve içimizden akan bu sular nasıl durulaşır, nasıl ‘tahir’ kılınırdı giydiklerimiz. ‘Haya’ ne renkti diyecek miydi bir şair. Edep üzere bir topluluk ‘aşk’ın ateşini yakar mıydı post turth zamanlarda?
Yetiştim sana soylu çocuk. Huzursuzluğun huzursuzluğumdur, endişen endişem. Krize boyanmış bahtlarımız coğrafya gibi alnımızda bir kristal taçtır. Haydi kaldır başını ve gülümse. Ümit başarının mukaddimesidir.
İsmin neydi, hatırlasam mı? Yusuf ya da Daniel deyip sussam mı? Bir göçmen kulübesiydi, terası akan, duvarları briket. Arka cebinde hüviyet cüzdanı. Mavi dalgaların ölüm soğuğu mu yoksa hayallerini parçalayan dikenli teller mi daha kötü kaderdi?
Yazılsaydın ya sen de bir sendika ya da derneğe. Olmadı bir partiye, kooperatife. Bulsaydın rahatını bir tesellide. Olsaydın fabrikalarda bir conta kapağı sen de. On altı-on yedi çelikten bir anahtar. Ruhsuz bir klavye tuşu olsaydın plastikten mesela. Çakallar ulurken sen mesaiden kalan zamanlarda özgürdün işte. Bir iki de resimden adam ekledin mi dijital çerçevelerine, oldun işte akredite be çocuk.
Ne yapacaktın ezen ve ezilen sınıf pedagojilerini. Yapıların altı ve üstü sana mı kalmıştı. Beyaz zambakları koklamaktan üstünü başını düzeltmeye zaman bulamadın. Yaşlılar, kadınlar ve çocuklar için yazılmış adalet öyküleri okumaktan bıkmadın mı? Şu koynunda sakladığın şiir tomarları ne olacak? Darası alınmış bu sözler hangi savaşı kesecekti. Bak emekçi kardeşlerin şu yeşil koydaki plaja gittiler az önce. Üsküfüleri ve yağlı lacivert üniformaları beyaz şezlonglarda onları bekliyor. Güneşin doğuşunu bir türlü tutturamayan entelleri hiç sorma. Fikri sefaletin yedi halinden bir sayfa gibiler. Ne demişti Ali Şeriati: ‘Konfor ruhun bataklığıdır’.
Bir de şu yana bak çocuk. Ne oldu dağlarıma, hayat kokan meşe ağaçlarıma deme sakın. “Tabiata bir yar ya da bir sevgili gibi değil bir fahişe gibi muamele eden” (S.H.Nasr) şımarık adamlar ve böğüren makinalar her yanda. Tabiatı denetleyen, tabiata standart giydiren ilahlar geçidi. Ya da Ökten hocanın deyişiyle ‘uğultu değirmeni’ dört yanımızda. Yeşil ağaçlar çamur külçelere bulandı da katar katar yol aldı meçhule. Kalan ağaçlar ise küstüler ‘iyi’ insanlara ve döndüler beton külçelere.
Düşün. Boşluk neyle örülmeliydi? Gün biterken mi başlıyordu, başlarken mi bitiyordu? Fikir hangi limanlarda demlenmeliydi? Şairde bir ah olan ‘balkonsuz evler’imizi tasarlayacak mimarlar olacak mıydı bir gün? Gök kubbedeki ses arşivinde kimler var idi, biz yoğ iken? Dil varlığın eviyse, bu insanlar elinde ne berbat bir evdi şimdi bu ev.
Şu balçıktan levhayı, şu Sümer tabletini okuyabilir misin çocuk. Burada insanlar, deri değiştirmiş yılanlar gibidir. Mübadelenin kendisini dahi mübadele ederler. Kutsaldan daha kutsal bir mabettir gelenekleri. Yongaların saklandığı kan kırmızı kasaları vardır. Ve ayaklarının altı lekesizdir…
Bineklerine yaslanmış şu adamları görüyor musun? Şu gariplikler galerisinde rengini diğerine veren meta hangisi acep? Şu kasılmalara bak. Bilmeyen, tekerleği şu soğan kafalı oğlan icat etti, şu aracın iç konseptini de onlar düzenledi zannedecek. Araç evreninde bir vida kadar değeri olmayan şu adamlar ne büyük roller kesiyorlar öyle. Oysa iyi marka otomobillere binmek iyi insan olmak değildir. Mutluluğu refahta aramak, izzeti ve şerefi eşyada aramak ne garip değil mi?
Şurayı da gördün mü çocuk. Ezberinde iyi tut bu mekanı. Kurgulanmış mekanlar. Şu capcanlı, cıvıl cıvıl ortamlar; (katil) ışıklar, inip çıkan (giyotinden) merdivenler, cafeler, konserler, geniş bulvarlar, parklar ve yarı çıplak bedenler. Sağdan sola, yukarıdan aşağıya performans toplumu. Hayır, hayır. Asla cennet demek istemedim. Daha yakından bak bir yol. Ne demek istediğimi o zaman anlayacaksın.
Gözü, kulağı ve kalbi kirleten, ebedi olandan uzaklaştıran, aziz hatıraları ve enerjiyi tüketen çılgınca çevrelenmişlik. Hikayesi olmayan yaşamlar. Benzeşen burunlar, çeneler, elmacık kemikleri. Muhabbet ağacının kuruduğu çorak geyikler, topraksız uzam, yalandan benlikler. Çoğulcu ontolojinin yerini alan monolitik cerrahi aparat. Varlığın irtifa kaybı. Kendinden kaçış halleri. İnsanat bahçeleri akıyor her cenahtan. Ve bu topraklara ne gözü, ne ayağı ne de ruhu değmemiş adamların fotoğrafları ile kirlenmiş duvarlarda buharlaşan anlam ilişkileri.
Faşizm her yerde mi demeli yoksa? |
|||
Etiketler: ‘Konfor, Ruhun, Bataklığıdır’, |
|