|
|||
![]() |
O’NUN YANLIZLIĞI | ||
| Hasan TOSUN | |||
Yüreğin yalnızlığı, dağların zirvesi kadar derin, suların akışı kadar kaçınılmazdır. Bu anlatı, yalnızca bir insanın değil; bir coğrafyanın ve bir zamanın acısının ekosudur. Her taş, her şelale, her meltem O’nun öyküsünü mırıldanır. Bahar yine Pargasur Şelalesi’nin kıyısına inmişti… O, baharı seyretmekten men edilmiş bir kuldu. Bir yüzü Yelesen’in rüzgârı, bir yüzü Şeytan Dağı’nın gölgesi. Batınında sızı, zahirinde Horoz Baba’nın sitemi vardı. O Bahar ki güzeldi, O’na haram kılınmıştı. Göynük Suyu’nda ellerini yıkadı; su kaderi kadar soğuktu. Bir zamanlar o su, çocukluğunun gülüşlerini taşırdı Ağaçeli’ne doğru. Şimdi ise aynı su, yüreğinin yanıklarını sürüklüyordu Kiğı yollarına. Dert öyle çoğalmıştı ki, her taş anıya, her dağ sırdaşına dönüşmüştü. Dört bir yandan acı çökmüştü yüreğine, Karlıova’nın yakıcı, donduran ayazı gibi… Kader, Solhan'da Metan Gölü’nün üstünde gezinen ince bir sis gibiydi: görünür, dokunulmazdı. Felek, Turna misali göğe yükselir, her seferinde kanadında biraz kan, biraz yalnızlık taşırdı. O, ömrünün gülünü Yelesen yamaçlarında soldurdu. Kiğı’nın taş evlerinde bir çiçek gibi doğmuştu; fakat her bahar, bir kış gibi vurdu yüzüne. Her yağmur, içindeki koru biraz daha azdırdı. Ve bir gece, karanlığa dönüp mırıldandı: Sonra inandı dağların da yalvarışı vardır. Horoz Baba, rüzgârla zikrederdi; Karlıova, bulutlarla secdeye varırdı; Çır Şelalesi, her düşüşünde tövbe eder gibi gürlerdi. Ve Bingöl’ün geceleri… O derin, karanlık sükûnet içinde, evrenin kalbinde atan bir nabızdı. O, o kalpte bir nefes oldu: bir çığlık, bir yarım kelime. Felek, kurnaz bir gülüşle ağlatırken, O’nun gözlerinde bir teslimiyet parladı. O biliyordu: Göynük’ün sularında yıkanan her taş, bir gün acının da toprağa karıştığını söylerdi. Karanlığın yenildiği şafağın bir anında, Bingöl meltemi O’nun hikâyesini aldı, dağların yüceliğine taşıdı. Artık O’nun acısı bir sızı değil, bir türküydü. Dinleyen her kalp kendi hüznünü bulurdu o sedada. Belki o zaman felek bile utanırdı biraz. Çünkü O hâlâ aynı nağmeydi: “Gönlü yaralı, hâlâ inanır… hâlâ umut ederdi.” Bingöl’ün geceleri bundan önceki gibi değildi. Her şelale, her rüzgâr, her taş O’nun yalnızlığının nağmesini taşırdı. Acı, teslimiyetle yoğrulmuş bir umutla birleşti. Felek bile o nağmeyi dinlerken utandı. O hâlâ aynıydı: Gönlü yaralı, hâlâ inanır...hâlâ umut ederdi. Ve işte bu umut, Bingöl’ün içsel çığlığı olarak dillenmeye devam etti. |
|||
| Etiketler: O’NUN, YANLIZLIĞI, | |||
|