Zamanı siyasal tarih dilimlerine bölerek baktığımızda her dönemin yönetmek kelimesinde mündemiç ‘duruşları’ ve bu duruşların yarattığı ‘pratik müktesebatı’ vardır.
Teori ve pratiğe ait kural ve teamüllerin belirleyicilik katsayısı ne olursa olsun kabul etmek gerekir ki, en adilinden en zalimine, en eşitlikçisinden en despotuna tüm yönetim biçimlerinde nihai gerçeklik ‘insan’ unsurudur.
Bu yönetim modellerinde kurucu metinlere, temel söylemlere ve sözleşmelere dayanarak hiza alan pratikler insandan birer yorumla yol alır.
Kurucu söylem orijinli işlemler dallanıp budaklandıkça metnin şekilsel varlığının tamamlayıcı cüzü olan metnin ruhu insanın yorum kapasitesiyle birlikte ön plana çıkar.
Daha teknik bir ifade ile söylersek, metnin ne dediğinin yanında bir de ne demek istediğinin tartışıldığı bir söylem uzamı gelişir.
Aldığı eğitim, dünya görüşü, merhamet, adalet, özgürlük ve hukuk gibi kimlik inşa edici temel konulardaki nosyonu güçlü adamlar metin ile şeklen mesafe problemi yaşasalar da metnin arka planına yani ruhuna dair duyarlılıkları ile kriz anlarını sükûnet ve suhuletle atlatabilirler.
Tarih öncesi ya da modern zamanlara ait sosyal, hukuki, felsefi, edebi ya da dini içerikli bir metin, ‘sözü dinleme ve güzel olanına uyma’ ahlakı ile yetişmiş bu insanların elinde daima dünü, bugünü ve yarını anlamaya dair istikamet kazandıran yoldaki işaretler misali durur.
Metin ve yaşanan döneme dair görece farklılıklar, ‘zamanlar üstü kıymetleri’ bulanıklaştırmaz aksine daha da güçlendirir.
Metne sadık farklı yorumlar ve uygulamalar birer fitne tohumu gibi ayrıştırıcı roller oynamaz; aksine çoğulcu, çok renkli ve çok sesli bir karakter ile daha gür ve gümrah şekilde zamana ve mekana iz bırakır; öğretici karakteri ile zihinsel faaliyetleri yani cehd kabiliyetini besler, büyütür ve geliştirir.
Bu mektebin müdavimleri ‘her an farklı bir işte olan rabbin adı ile okuma’ ilkesinden hareketle daima dinamik süreçlerin temsilciliğini yaparlar.
İyi ya da kötü yönetimlerin belirleyiciliği fark etmeksizin ilkesel duruşları ile karanlığın içinde aydınlığı, dalaletin içinde hidayeti, Firavun’un sarayında ve Mekke şirk sitesinde ahlakı sürdürürler.
Diğer yandan metnin şeklini mutlaklaştıran ve okuma biçimindeki otoriter karakteri kültürden sanata, sosyal hayattan siyasi ilişkilere belirleyici kılan yaklaşımın müntesipleri ise, iyi ve kötü niyetli adamlar ayrımı yanında, ‘metinden koparsak tespih taneleri gibi dağılırız’ söylemini üretir dururlar.
Şeklen doğru olan bu muhafazakar söylemin esasa dair hedefleri farklıdır. Amaç ortodoks anlayış ve paratiklerin her daim egemenliği ve muhalif olanların bertaraf edilmesidir.
Muhafazakar otokrasiye göre farklı her ses en genel tespitle ‘ayrılıkçı’ ilan edilmeli ve boğulmalıdır. Aykırı okuma biçimleri ötekileştirilerek yasaklanmalıdır. Gösterileni değil de gördüklerini anlatmaya çalışan her kalem susturulmalıdır.
Bu okuma biçiminde tabelanın bize ait olması yeterli meşruiyet sebebidir. İçeride olanların hukukiliği ve insaniliği ayrıntıdır. Burada metinler çokça okunur, hüsn-ü hat ile yazılır, çerçevelere yerleştirilir, ezberlenir, farklı makamlar ile seslendirilir ancak mana ile pek münasebet kurulmaz.
Bu okuma biçimi şehirli değil taşralı yönleri ile ağır basar. Farklı disiplinler ile kesişmekten, yüzleşmekten, karşılaşmaktan bilhassa kaçınır; bahaneler üreterek uzak durur.
Bu söylemin adamları, idarenin zaaflarına yoğunlaşmak ve ıslah etmekten çok eksik ve gediklerden yol alma, yolma, yolunu bulma işleri ile meşgul olurlar.
Mızrakların tepesine geçirilmiş bir dini metnin gölgesinde ‘mızraklı ilmihal’ ile tüm zamanların düşünce sorunlarını çözebileceklerini seslendirirler; mızrak çuvala sığmayınca da içimizdeki hainler, işbirlikçiler, dış güçler gibi argümanlarla beceriksizliklerini örtmeye çalışırlar.
Bu okuma biçiminin dayandığı sosyoloji, itaatte zinhar kusur etmeyen ‘teba’ kökenlidir. Meşruiyetini ortodoksiden alan bir toplumsal yapının dolgu malzemeleri olarak bu kimseler söylendiği kadar bilen, istendiği kadar konuşan, gösterildiği kadar mesafe alan iradeleri çalınmış aparatlardır.
Dolayısıyla bu vasatta özne olma talebi en büyük cürüm olarak görülür ve muhtemel özne adaylarına ibret olması adına sert yöntemlerle cezalandırılır.
Fert olma imkanının kaldırıldığı ve kralın dininin dayatıldığı bu oyun alanında özgürlük ve özgünlük talebi müstakil birer suçtur.
Düşünce planında bu sıkıntılar çok yönlü ve katman katman devam ederken bu taraklarda bezi olmayan simsar kılıklı adamlar ise ‘padişahım çok yaşa’ repliği ile kamuya ait mal ve hizmetleri iç ettikçe eder ve şimdilerde çokça konuşulan Rus oigarkları misali faşizm ve kapitalizm izdivacının ürünü türedi zenginler sınıfı oluşur.
Herkesten fazla umre yapan, Ramazan aylarında siyah poşet ya da koli dağıtan, sakalını sıvazlayarak dolar, euro hesabı yapan, işçisinin emeğine çöken, cinsiyet ayrımı ile her gün yeni mağdurlar yaratan, hukukun gücünden çok partisinin, cemaatinin, derneğinin, aşiretinin, atalarının ve sahte sosyal medya hesaplarının gücüne dayanan bu 'libası idrarlı adamlar' giderek bir toplumsal pratiğin kara kutusu olmaktadırlar.
Musa’ya ‘sen ve rabbin gidin savaşın’ diyen mantalitenin bedenlendiği bu adamlar, ilkesel aidiyetleri ve kamunun vicdanı olma hassasiyetini bir yana bırakarak elleriyle yarattıkları trendin peşinde koşup durmaktadırlar.
Bu trend öylesine baş döndürücü bir hızla etrafı kuşatmaktadır ki acıktığında putlarını yiyen cahiliye adamları gibi adam satma, ihanet, iftira, ses kaydı paylaşma, foto servis etme, parti ve cemaat değiştirme, toplu iman, toplu inkar gibi ana metin ile alakasız pratikler yumağına dönüşmektedir.
Niceliğin hakimiyetinde gelişen kötü örneklerin kategorik düşünme ve sentezleme yeteneğini buharlaştırdığı, aldatma ve aldanma hikayelerinin çoğalarak saf aklın işleyişine hükmettiği bir vasatta, nesne sanallığından özne gerçekliğine ulaşamayan bireyin tefrik ve temyiz kapasitesi de gittikçe tükenmektedir.
|
||
|